21/10/2014, Saat: 22:13
The Wire, en son izlediğim 5 sezonluk bir dizi olup toplam 60 bölümden oluşuyor (2002 - 2008). IMDb Puanı: 9,4/10. Bölüm süreleri ise 50 küsür dakikadan oluşuyor.
Bundan önce Breaking Bad dizisini bitirmiştim ve çok beğenmiştim. Ama The Wire dizisinin gerçekçiliği Breaking Bad'in abartıldığını gösterdi bana. İzlediğim dizilerden en gerçekçi olanıdır diyebilirim. Breaking Bad hikâyeymiş
"The Wire'de ilginç bir şekilde uyuşturucu taciri bir katili dahi severken bulabilirsiniz kendinizi." Diziyi izlemeden önceki bu yorum, The Wire'ı izlemiş bir kişiden. Gerçekten kendinizi buna hazırlayın. Uyuşturucu taciri bir katil çok sevdiğiniz, tuttuğunuz bir kişi olabilir dizide.
Kısaca konusundan bahsedecek olursak;
The Wire, bir drama dizisidir. Dizinin senaryo yazarı ve yapımcısı eski bir polis muhabiridir. Dizi 5 sezon sürmüş olup her sezonu Baltimore’nin apayrı bir yüzüne odaklanmıştır. Bunlar arasında uyuşturucu trafiği, bürokrasi, eğitim, yönetim, basın gibi konular yer almaktadır. Dizinin senaryosunun bu konular etrafında şekillenmesinin büyük bir nedeni de eski bir polis muhabiri tarafından yazılıyor olmasıdır. Dizi eleştirmenler tarafından da iyi bir sıraya konulmuştur. Anlatılanlar gerçekçilik yönünden oldukça iyi ve dikkat çekicidir. Olaylar yapaylıktan uzaktır, sanki izleyenler olayları kendileri yaşıyormuş gibi hissetmektedirler. Dizide sosyopolitik temalara da rastlamaktadır. Bu yönüyle The Wire oldukça dikkatleri üzerine çekmiş durumdadır.
Toplumun sorunlarını ve derinlerdeki olumsuzluklarını ele alan dizininin hayran kitlesi oldukça fazlalık göstermektedir. The Wire’nin konusu alışılagelmiş konuların dışındadır. Romantikliğin ve fantastik konuların dışında farklılık arayanlarımızın severek tercih ettiği haftalık bir dizi haline gelmiştir. Yeni sezonları, sevenleri tarafından merakla ve heyecanla beklenmiştir. İlk bölümü 2 Haziran 2002’de başlamış olup 9 Mart 2008’de de son bölümünü yayınlamıştır.
Aşağıdaki yorumları, kafanızda bir nebze de olsa dizi hakkında bir fikir uyandırmak açısından okumanızı tavsiye ederim.
The Wire: Televizyonun Zirvesi
Bu dizi hangi türe girer bilemiyorum, crime-drama denilebilir kasarsak. Belki de “bi arkadaşa” anlatmanın, tavsiye etmenin en zor olduğu dizilerden biri. Entourage’ı soranlara “genç bi aktör var arkadaşlarıyla dağıtıyor”, True Blood için “vampir kurt adam seks”, Sex and the City için “doğru adamı bulma bahanesiyle New York’u elden geçirenler”, hatta The Sopranos’u bile “mafya dizisi” diye kısırlaştırıp hiç edebilirsin. Kısaca çoğu dizi üç beş cümleyle özetlenebilir bir haldedir ve belki de olması gereken budur. Yukarıdaki diziler kesinlikle tırnak içindekilerle kısıtlı değildir, sen arkadaşın fikir sahibi olsun diye bir iki şey söylersin, gerisi ona kalır. Sırf italyan aksanlı bir mafya babasını görmek isteyen adam Sopranos’la mutlu olabilir, True Blood’ı izleme amacı sadece vampir görmek isteyen insanlar da olabilir. Müzikte olduğu gibi dizi ve filmler de tamamen zevk meselesidir ve herkes ekranda farklı bir şeyler arar kendisine. Bir bölümü 50 dakika süren, bir türlü ilerlemek bilmeyen, aksiyonu az ve seyirciye mesaj üstüne mesaj verme çabasında olan dizileri seyreden adamın sofistike olma gibi bir zorunluluğu olmadığı gibi sadece 20 dakikalık sit-com’lar seyreden bir insan da zevksiz, boş diye etiketlendirilemez. Her çeşit insanın bilgisayarının veya televizyonun başına geçtiğinde izleyeceği şeyden beklentileri farklıdır, en nihayetinde amaç kafa dağıtmak ve vakit geçirmektir.
Konumuza dönelim; İnsanlar genelde yukarıda saydığım iki dizi çeşidinden birine daha çok yönelirler. Daha çok 20 dakikalık komedileri veya “eğlencelik” dizileri takip eden insanlar olduğu gibi, bazıları da genellikle Mad Men, Breaking Bad gibi çoğu diziye kıyasla ağır işleyen, kurguya daha çok önem veren ve süresi uzun dizileri daha çok sever. The Wire’ın farkı da burada ortaya çıkıyor; dizi zevkini bildiğiniz biri için bile bu diziyi “kesin sever” veya “kesin sevmez” diyemiyorsunuz, zira emin olduğunuz tek şey The Wire’a benzer bir diziyi daha evvel seyretmemiş olduğu. The Wire’ı bir kaç cümle ile kısırlaştıramıyorum. Karşı tarafa bir fikir teşkil etmesi için bir iki cümlenin yetersiz kalacağından değil, dizinin yapısı itibariyle özetlenemez olmasından dolayı.
Yukarıda da belirttiğim gibi dizi 5 sezondan oluşuyor. İlk sezon uyuşturucu ticaretini, ikinci sezon işçi sınıfı ve sendikaların durumunu, üçüncü sezon yine ilk sezonda yer verilen uyuşturucu sorunu ile birlikte ek olarak bürokrasiyi ve politikayı, dördüncü sezon eğitim sistemini ve beşinci sezon ise yazılı medyayı konu alıyor. Tabi buradan her sezon oyuncuların ve konunun tamamının değişmediğini belirtmek lazım. Uyuşturucu sorunu ve bürokrasinin işleyişi gibi temalar ve bir çok aktör dizinin her sezonunda yer alıyor. Yani aynı kalan şeyler Baltimore şehri ve ana karakterler. Polisler, uyuşturucu tacirleri, politikacılar, medya vs. The Wire sadece Amerika’da değil aslında tüm dünyada var olan sıkıntıları, yozlaşmış insanları, uyuşturucu sorununu, suç, ceza kavramlarını ve niye çeşitli suçlara karşı verilen savaşların asla kazanılamayacağını ele alıyor. Senaryo, kurgu, oyunculuklar kısaca her şey şu ana kadar herhangi bir dizide görmediğim kadar başarılı. Belki çok hızlı işlemiyor, hapisten kaçan dövmeli insanlar yok, ünlülerin yaşadığı hayatlar gözümüze sokulmuyor veya vampirler onu bunu ısırmıyor. Her mevkiden her insan nasıl yaşıyorsa, neleri istiyorlar ve bunlar için neleri göze alabiliyorlarsa sadece bunlar yansıtılıyor. Vali olmak isteyen ve prensipleri olan birinin yavaş yavaş mevki uğruna nasıl bunlardan vazgeçtiğinden, küçük bir çocuğun niye uyuşturucu kullanmaya başlayıp okulu bıraktığına, polislerin ne kadar ileri gidebileceklerinden eğitim sistemine kadar herşey anlatılıyor. Karakterler, genellikle ideal ve prensip sahibi olan, bir eylemi kendilerine göre tamamen haklı kılan sebeplerin varlığı nedeniyle gerçekleştirecek şekilde yazılmış. Aynı bölümde hem polisin, hem de onun tarafından kovalanan bir torbacının kazanmasını istediğimiz anların sayısı bir hayli fazla. İyi ve kötü, hayatta da olduğu gibi, birbirine girmiş ve ayırt edilemez bir halde sunuluyor izleyiciye.
Kimi zaman en güldüğünüz dizilerden daha çok güldürüyor, hiç ummadığınız bir yerde duygusallaştırıp, aynı bölümün sonunda salgılanan adrenalini tavan yaptırabiliyor. Her bölümün sonunda da aslında hiç kimsenin salt siyah veya beyaz olmadığını, herkesin bağlı bulunduğu teşkilatın birer “gri” piyonu olduğunu vurguluyor. Beş para etmez belgesellerden daha değerli, daha fazla kişinin bilmesi gerektiğini düşündüğüm “gerçek, sıradan ve bu yüzden de trajik bir hikaye” The Wire. O kadar yazdım, aslında hala hiçbir şey anlatamadığımı düşünüyorum, umarım biraz olsun fikir verebilmişimdir.
Kısaca; izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum sayın geltir ailesi.
Bundan önce Breaking Bad dizisini bitirmiştim ve çok beğenmiştim. Ama The Wire dizisinin gerçekçiliği Breaking Bad'in abartıldığını gösterdi bana. İzlediğim dizilerden en gerçekçi olanıdır diyebilirim. Breaking Bad hikâyeymiş
"The Wire'de ilginç bir şekilde uyuşturucu taciri bir katili dahi severken bulabilirsiniz kendinizi." Diziyi izlemeden önceki bu yorum, The Wire'ı izlemiş bir kişiden. Gerçekten kendinizi buna hazırlayın. Uyuşturucu taciri bir katil çok sevdiğiniz, tuttuğunuz bir kişi olabilir dizide.
Kısaca konusundan bahsedecek olursak;
The Wire, bir drama dizisidir. Dizinin senaryo yazarı ve yapımcısı eski bir polis muhabiridir. Dizi 5 sezon sürmüş olup her sezonu Baltimore’nin apayrı bir yüzüne odaklanmıştır. Bunlar arasında uyuşturucu trafiği, bürokrasi, eğitim, yönetim, basın gibi konular yer almaktadır. Dizinin senaryosunun bu konular etrafında şekillenmesinin büyük bir nedeni de eski bir polis muhabiri tarafından yazılıyor olmasıdır. Dizi eleştirmenler tarafından da iyi bir sıraya konulmuştur. Anlatılanlar gerçekçilik yönünden oldukça iyi ve dikkat çekicidir. Olaylar yapaylıktan uzaktır, sanki izleyenler olayları kendileri yaşıyormuş gibi hissetmektedirler. Dizide sosyopolitik temalara da rastlamaktadır. Bu yönüyle The Wire oldukça dikkatleri üzerine çekmiş durumdadır.
Toplumun sorunlarını ve derinlerdeki olumsuzluklarını ele alan dizininin hayran kitlesi oldukça fazlalık göstermektedir. The Wire’nin konusu alışılagelmiş konuların dışındadır. Romantikliğin ve fantastik konuların dışında farklılık arayanlarımızın severek tercih ettiği haftalık bir dizi haline gelmiştir. Yeni sezonları, sevenleri tarafından merakla ve heyecanla beklenmiştir. İlk bölümü 2 Haziran 2002’de başlamış olup 9 Mart 2008’de de son bölümünü yayınlamıştır.
Aşağıdaki yorumları, kafanızda bir nebze de olsa dizi hakkında bir fikir uyandırmak açısından okumanızı tavsiye ederim.
The Wire: Televizyonun Zirvesi
Bu dizi hangi türe girer bilemiyorum, crime-drama denilebilir kasarsak. Belki de “bi arkadaşa” anlatmanın, tavsiye etmenin en zor olduğu dizilerden biri. Entourage’ı soranlara “genç bi aktör var arkadaşlarıyla dağıtıyor”, True Blood için “vampir kurt adam seks”, Sex and the City için “doğru adamı bulma bahanesiyle New York’u elden geçirenler”, hatta The Sopranos’u bile “mafya dizisi” diye kısırlaştırıp hiç edebilirsin. Kısaca çoğu dizi üç beş cümleyle özetlenebilir bir haldedir ve belki de olması gereken budur. Yukarıdaki diziler kesinlikle tırnak içindekilerle kısıtlı değildir, sen arkadaşın fikir sahibi olsun diye bir iki şey söylersin, gerisi ona kalır. Sırf italyan aksanlı bir mafya babasını görmek isteyen adam Sopranos’la mutlu olabilir, True Blood’ı izleme amacı sadece vampir görmek isteyen insanlar da olabilir. Müzikte olduğu gibi dizi ve filmler de tamamen zevk meselesidir ve herkes ekranda farklı bir şeyler arar kendisine. Bir bölümü 50 dakika süren, bir türlü ilerlemek bilmeyen, aksiyonu az ve seyirciye mesaj üstüne mesaj verme çabasında olan dizileri seyreden adamın sofistike olma gibi bir zorunluluğu olmadığı gibi sadece 20 dakikalık sit-com’lar seyreden bir insan da zevksiz, boş diye etiketlendirilemez. Her çeşit insanın bilgisayarının veya televizyonun başına geçtiğinde izleyeceği şeyden beklentileri farklıdır, en nihayetinde amaç kafa dağıtmak ve vakit geçirmektir.
Konumuza dönelim; İnsanlar genelde yukarıda saydığım iki dizi çeşidinden birine daha çok yönelirler. Daha çok 20 dakikalık komedileri veya “eğlencelik” dizileri takip eden insanlar olduğu gibi, bazıları da genellikle Mad Men, Breaking Bad gibi çoğu diziye kıyasla ağır işleyen, kurguya daha çok önem veren ve süresi uzun dizileri daha çok sever. The Wire’ın farkı da burada ortaya çıkıyor; dizi zevkini bildiğiniz biri için bile bu diziyi “kesin sever” veya “kesin sevmez” diyemiyorsunuz, zira emin olduğunuz tek şey The Wire’a benzer bir diziyi daha evvel seyretmemiş olduğu. The Wire’ı bir kaç cümle ile kısırlaştıramıyorum. Karşı tarafa bir fikir teşkil etmesi için bir iki cümlenin yetersiz kalacağından değil, dizinin yapısı itibariyle özetlenemez olmasından dolayı.
Yukarıda da belirttiğim gibi dizi 5 sezondan oluşuyor. İlk sezon uyuşturucu ticaretini, ikinci sezon işçi sınıfı ve sendikaların durumunu, üçüncü sezon yine ilk sezonda yer verilen uyuşturucu sorunu ile birlikte ek olarak bürokrasiyi ve politikayı, dördüncü sezon eğitim sistemini ve beşinci sezon ise yazılı medyayı konu alıyor. Tabi buradan her sezon oyuncuların ve konunun tamamının değişmediğini belirtmek lazım. Uyuşturucu sorunu ve bürokrasinin işleyişi gibi temalar ve bir çok aktör dizinin her sezonunda yer alıyor. Yani aynı kalan şeyler Baltimore şehri ve ana karakterler. Polisler, uyuşturucu tacirleri, politikacılar, medya vs. The Wire sadece Amerika’da değil aslında tüm dünyada var olan sıkıntıları, yozlaşmış insanları, uyuşturucu sorununu, suç, ceza kavramlarını ve niye çeşitli suçlara karşı verilen savaşların asla kazanılamayacağını ele alıyor. Senaryo, kurgu, oyunculuklar kısaca her şey şu ana kadar herhangi bir dizide görmediğim kadar başarılı. Belki çok hızlı işlemiyor, hapisten kaçan dövmeli insanlar yok, ünlülerin yaşadığı hayatlar gözümüze sokulmuyor veya vampirler onu bunu ısırmıyor. Her mevkiden her insan nasıl yaşıyorsa, neleri istiyorlar ve bunlar için neleri göze alabiliyorlarsa sadece bunlar yansıtılıyor. Vali olmak isteyen ve prensipleri olan birinin yavaş yavaş mevki uğruna nasıl bunlardan vazgeçtiğinden, küçük bir çocuğun niye uyuşturucu kullanmaya başlayıp okulu bıraktığına, polislerin ne kadar ileri gidebileceklerinden eğitim sistemine kadar herşey anlatılıyor. Karakterler, genellikle ideal ve prensip sahibi olan, bir eylemi kendilerine göre tamamen haklı kılan sebeplerin varlığı nedeniyle gerçekleştirecek şekilde yazılmış. Aynı bölümde hem polisin, hem de onun tarafından kovalanan bir torbacının kazanmasını istediğimiz anların sayısı bir hayli fazla. İyi ve kötü, hayatta da olduğu gibi, birbirine girmiş ve ayırt edilemez bir halde sunuluyor izleyiciye.
Kimi zaman en güldüğünüz dizilerden daha çok güldürüyor, hiç ummadığınız bir yerde duygusallaştırıp, aynı bölümün sonunda salgılanan adrenalini tavan yaptırabiliyor. Her bölümün sonunda da aslında hiç kimsenin salt siyah veya beyaz olmadığını, herkesin bağlı bulunduğu teşkilatın birer “gri” piyonu olduğunu vurguluyor. Beş para etmez belgesellerden daha değerli, daha fazla kişinin bilmesi gerektiğini düşündüğüm “gerçek, sıradan ve bu yüzden de trajik bir hikaye” The Wire. O kadar yazdım, aslında hala hiçbir şey anlatamadığımı düşünüyorum, umarım biraz olsun fikir verebilmişimdir.
Kısaca; izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum sayın geltir ailesi.